YOLUN EN DOĞRUSU – 2                               

KADIN KOCASININ İZNİYLE BAĞIŞ YAPABİLİR

«أعظم الناس حقا على المرأة زوجها، وأعظم الناس حقا على الرجل أمه »

“Kadının üzerinde en çok hak sahibi olan kimse kocasıdır. Erkeğin üzerinde en çok hak sahibi olan da annesidir.”

A’zamü’n-nâsi hakkan ale’l-mer’eti zevcühâ. “Kadının üzerinde hakkı olmak bakımından insanların en önde geleni kocasıdır.”

(Hâkim, el-Müstedrek, IV, 193, r. 7338; 167, r. 7244; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, VIII, 254, r. 9103.)

Rabbimiz kuralı böyle koymuş. Tabii, yuvanın selameti, sihhatle yürümesi ve yuvanın mahremiyeti bakımındandır. Baba kızına kocası kadar mahrem değil. En mahremi kocasıdır. Hastalandıkları zaman birbirlerine onlar bakacaklar. Bir yastığa baş koyuyorlar, bir yatakta yatıyorlar. Yaralansa yarasını, pansumanını, tedavisini, temizlenmesini o yapıyor…

Bundan ne anlaşılıyor?

Kadın itaat edecek, sözünü dinleyecek, sözünden dışarı çıkmayacak; bu anlaşılıyor. Bir de tabii, kadına bakıyor, koruyor, rahat ettiriyor; sultanlar gibi evinde tutuyor, çalıştırmıyor, zahmete sokmuyor… Elbette hakkı oluyor. Çünkü kazanmak mecburiyeti erkeğin boynundadır.

Kadınlardan ses gelse;

“Biz esir miyiz yahu? Ne oldu feminizm, ne oldu kadın hakları?”

Kadınların da hakları var; kadınların da erkekler üzerinde, kocalar üzerinde hakları var.

Haklar karşılıklıdır. İslâm’da birisinin ezilmesi yok. İslâm nasıl evladı bile ezdirmiyorsa “Çocuklarınıza asaletli muamele yapın!” diyorsa kadını da ezdirmiyor ama kocayı da ezdirmiyor!

Avustralya’da bir arkadaşın hanımı evi bıraktı, kaçtı gitti. Meğer hükümet onları kollarmış. Ev bulurmuş, himayesine alırmış, maaş verirmiş. Aradı taradı yok! Sonradan anlaşıldı ki hükümete iltica etmiş. Nasıl oluyorsa hükümet anlayış gösteriyor; onları kolluyor. Hem de koca, onun evinin olduğu yere gidemezmiş.

Kadın gidiyor; bu adamcağız ne yapsın? Adamın hiç hakkı yok mu?

O da zulüm görmesin, haksızlık görmesin bu da haksızlık görmesin!

İslâm’da en büyük söz sahibi, hak sahibi kocadır ve bir kadın kocanın izni olmadan dışarı çıkarsa çok yanlış bir iş yapmış olur, çok günaha girer. Kocasının izni ile gidecek.

Kocasının izni olmadan eve kocasının istemediği bir misafir alırsa erkek değil, zaten erkek atamaz da kadın misafirlerden istemediği birisini alırsa ondan da günaha girer! Ailenin hukukunu, namusunu kollayacak; söz gelmemesini sağlayacak. Kocasının hatırını yıkmayacak, onu kızdıracak iş yapmayacak.

Buna mukabil erkek ne yapacak?

Irgat gibi çalışacak; terleyecek, uğraşacak, didinecek. Güneşin altında yanacak, yağmurda soğukta donacak. Eline kaynak makinesini alacak, gözüne gözlüğü takacak, kaynak yapacak… Ne yapacaksa yapacak, evin geçimini sağlayacak! Kadının nafakasını, yemesini içmesini, giyinmesini, barınmasını sağlamak İslâm’da erkeğin görevi; Islâm böyle!

İslâm; “Ben kendiminkini hallederim, sen de kendininkini hallet!” demiyor, erkeğe görev veriyor:

“Sen bu hatuncağıza bakacaksın!”

Hangisi doğru, İslâm neden böyle yapmış?

İslâm doğru! Çünkü kadının en önemli vazifesi evlat yetiştirmek! Bazen evlat yetiştirme dolayısıyla çalışmaya bile gidemez! Elbette himaye edilmesi lazım. Kıpırdayamaz, zor kıpırdar. Çalışamaz, hareket edemez ve hamile olduğu zaman bu, dokuz ay devam ediyor.

“Hocam, daha bebek küçükken çalışsa…”

Öyle değil, bazen bebek düşüveriyor. Küçükten beri dokuz ay ihtimam istiyor. Binâenaleyh koca bakacak; Íslâm’da böyle!

Hatta İslâm’da kocanın hanımına karşı görevleri o kadar ilginç noktaya kadar gidiyor ki kadın;

“Ben doğan çocuğumu emzirmek istemiyorum, göğüslerim bozuluyor!” dese adam bunu zorlayamaz!

“Yahu, sen bunu doğurmadın mı? Beslesene! İşte meme işte çocuğun ağzı, emzirsene!” diyemez.

Ne olacak?

Anasına da çocuğuna da bakmak, vazifesidir. Gidecek; dadı bulacak, sütannesi bulacak; ne yapacaksa yapacak, çocuğa da bakacak.

İslâm’ın, hakları nasıl dengelediğini anlıyor musunuz? Kadın hangisinde daha rahat?

İslâm’da daha rahat! Çünkü evinde rahat ediyor. Dışarıda çileyi adam çekiyor. Kadın evde çocuğunu yetiştiriyor, terbiye ediyor.

İslâm’da “Kadın çalışamaz!” diye bir şey yok. Çalışabilir ama çalışmanın şartları var: Namusunu koruyabilecek şekilde, korumak şartı ile çalışır. Ama çalışmak mecburiyetinde değildir. Koca ona bakmak zorundadır.

“Evli bir kadın üzerinde en büyük hak sahibi kocadır!”

Peygamber Efendimiz böyle diyor. Kabul ettik. Benim lehime olduğu için kabul etmedim, aleyhimde de olsa kabul etmem lazım. Hikmetlerini de kaydettik ama olabilir ki bazen hüküm insanın hoşuna gitmeyebilir. Hoşuna gitse de gitmese de Allah’ın emrine itaat etmesi lazım.

Hoşuna gitmez! Mesela; kadına mirasta yarım hisse veriyor, erkeğin yarısı kadar veriyor. Kadının hoşuna gitmeyebilir.

Gitmeyebilir ama Allah’ın verdiği bu kadar. Böyle uygun görmüş, yüzde elli veriyor, yarım hisse veriyor veyahut erkeğe kadının iki misli veriyor; öyle de diyebiliriz.

Neden?

İslâm, erkeği sorumlu tuttu. Çoluk çocuğa o bakmak zorunda olduğundan bu hususta onu destekliyor.

İslâm’da kadın evlenirken damadın kadına para vermesi gerekiyor; buna “mehir” deniliyor, e harfiyle. “Mihr” olursa mâna başka yere gider, başka kelime olur.

“Mehr” demek zor olduğundan biz bir i ekliyoruz. Türkçe söyleyişte “mehir” diyoruz. Mehir, kadının hakkıdır.

Babası elini uzatıyor:

“Çek elini bakayım oradan! Babanın hakkı değil, kızın hakkı. Mehir, kızın hukuku hakkı. Babasının başlık parası değil! Babası alacak, cebine paralan koyacak; İslâm’da öyle şey yok! Fiilen dünyada var da İslâm’da yok!

Kadına para verecek, ne kadar verecek?

Kadının mülkiyet hakk! var, para hakki var. Kocası; “Ver bakalım parayı!” diyemez. Kadının deste deste parası dursa kocası; “Şu paraları ver de ekmek alalım.” diyemez.

“Sen koca değil misin, git çalış ekmek parası kazan getir!” derse parayı vermezse kocanın gidip ekmek alması lazım.

Nikâhta da külliyetli para alıyorlar. İslâm parayı peşin verdiriyor.

Şimdiki hukukta nasıl oluyor?

Boşandığı zaman verecek!

Boşandıktan sonra, dünyam yıkıldıktan sonra ben o parayı ne yapayım? Başına çalınsın! Ilk başta veriyor, çünkü ilk başta her şey al gülüm ver gülümdür. Ah canim, ah ciğerim vs. O zaman ilk günler nişanlılık, nikáhlılık, düğün oluncaya kadar çok tatlıdır.

“Ah, sen gel bakalım şu tatlı günlerde şu vazifeni bir öde!” Ondan sonra yan çizer, sonra bakarsın kadını beğenmemeye başlar. İslâm öyle sağlam!

Yahudi dininde kadın veya kadının babası, onun taraftarları uğraşıyorlar didiniyorlar, damada para biriktiriyorlar. Drahoma deniliyor, Yahudilikte damat para alıyor. İslâm’da kadın alıyor. Yahudilikte kızın drahoması ne kadar yüksekse rağbeti o kadar çok oluyor. Onun drahoması çok, diye oltaya balık geliyor.

Türkiye’de evlilik hukuku, aile hukuku nasıl?

Aile hukukunda mehir diye bir şey yok! Medenî hukukta nikâh memuru şahitler huzurunda soruyor:

“Sen bununla evlenmeyi kabul ediyor musun?”

“Ediyorum.”

“Sen de ediyor musun?”

“Ediyorum.” derse “Buyurun, imzalayın.” diyor, iş bitiyor. İslâm’da mehir olacak!

“Mehir söylemeyi unuttular, nikâhı yaptım. Nikâha beni çağırdılar, ben acemi hoca, nikâh yaptım da hiç mehir söylemedim!”

Mehir söylemesen bile mehr-i misil gerekir. Emsali bir kadına bu işin rayici, piyasası ne kadar mehirse söylenmese bile damadın o kadar vermesi gerekir. Adam ölse mehri mirastan ayrılır, ilk önce o verilir. Mirasçılardan önce kadına mehir verilir; ondan sonra taksimata geçilir.

İslâm, kadını daha evlenirken o tatlı günlerde korumaya başlar.

Balayından evvel, düğünden evvelki günler tatlıdır. Sonra artık yavaş yavaş havalar soğumaya başlıyor, tatlar kalmıyor. On sene, yirmi sene geçtiği zaman hemen gürültü patırtı, kavga başlıyor.

Allahu Teâlâ İslâm’ı tam anlayıp da sonra her şeyi ile tam sevmeyi nasip etsin.

Evli kadının üzerinde en çok hakkı olan annesi değil; babası, dedesi, oğlu değil, kardeşi değil; kimdir?

Kocasıdır!

Adam üzerinde en çok hak sahibi kadın değildir. Ailenin reisi erkektir! Çünkü bir dairede iki tane baş olmaz! İki tane müdür, iki tane müdür odası… İşçilere iki tane telefon. Birisi emir veriyor; “Gidin falanca yeri yıkın!” diyor. Ötekisi emir veriyor; “Falanca yeri yıkmayın!”

Olmaz, iki tane müdür olmaz.

Evin müdürü kim?

Beyefendi: yöneten!

Biz askerlik yaparken talebelik devremizde dershanede oturuyoruz. Arkadaşlar arasında bir patırtı koptu. Üzerimizde yedek subay öğrenci elbiseleri var, okul numaraları falan var. Askeriz, askeri kıyafet var… Dalgacı arkadaşlar var. Tabii, hep delikanlılar asker oluyor; biz de yaşlı olarak gittik. Hepsi cıvıl cıvıl delikanlı. Sınıf serbestti; kimse yokken bir patırtı koptu. Patır kütür kapılar açıldı. Arkada, bir şeyden haberim yok. “Ne oluyor?” dedim: Camdan bir kadın yüzbaşı görmüşler!

Bir ara orduya hanım subay namzetler alındı. Onlar yüzbaşı, albay, yarbay falan oldular. Kadın yüzbaşı görmüşler. Kadın yüzbaşıya selâm vermek, geçtiği yolda selâm durmak için paldır küldür aşağıya iniyorlarmış.

Dalga! Tabii, emrederse o yüzbaşı; biz daha öğrenciyiz, öğrenci numarası var. Okulu bitirsek asteğmen olacağız, yüzbaşı yüksek. Bir de kocası bizim devrede öğrenci değil miymiş?

Ondan sonra da birbirlerine övünüyorlar.

“Ne haber, ben kadın yüzbaşıya selâm verdim.” diyor.

Kocası da bizim devrede öğrenci değil mi? Kocasının rütbesi aşağıda, hanım yüzbaşı; şimdi evde ne olacak? Buyur, hadi bakalım. Ne olacağını anla! Hazır ol!” diyecek, adam hazır duracak. “Mutfağa marş marş!” diyecek, “Bulaşıkları yıka!” diyecek; “Emret komutanım!” diyecek. Böyle şakalar…

Ve a’zamü’n-nasi hakkan ale’r-racüli. “Adam üzerinde en büyük hak sahibi kişi kimdir?”

Kadın üzerinde en büyük hak sahibi kocasıydı, adam üzerinde en büyük hak sahibi kimdir?

Ümmühü, “Annesidir!”

Adamın üzerinde hak kimindir?

Annesinindir! Adamın üzerinde en çok hak sahibi olan annesidir. Cefakeş annesi; onu yetiştiren annesi, evlenince kenara atılan itilen annesi! Annesinin kıymetini bilecek.

Tabii, riayet edecek ama adaletle edecek.

Çünkü anneler de; “Çocuğumun üzerinde en büyük hak benim.” derken çocuğa; “Gelini döv, şöyle yap böyle yap!” derse olmaz! O da aileye ters iş yapmayacak.

Bu da birçok sorunu çözer. Birçok aile sorununda bu ana ölçü olursa, herkes bunu bilirse, Peygamber Efendimiz’in böyle söylediğini hatırında tutarsa; o zaman kaynana-gelin kavgası, ihtilafı olmaz. Adamın da başı sıkışmaz, daralmaz. Neyi ne yapacağını adam da gayet iyi bilir.

Hanımı ne olacak?

Bir zaman gelecek, karısı da birisinin annesi olacak. O da onu düşünmeli. “Ben evde kaynana istemiyorum!” diyorlar ama bir zaman gelecek kendisi de kaynana olacak. Kendisi de aynı duruma düşebiliyor.

Muhabbet olması lazım! İslâm; muhabbeti, sevgiyi saygıyı emrediyor. Bu da levhalık sözlerden, hadislerden birisi. Eğer annelerimiz babalarımız sağ ise; Allah sağlık, âfiyet, sıhhat, huzur versin. Allah uzun zaman yaşatsın, ömür versin, başımızdan eksik etmesin. Onların duasını kazanmayı bize nasip etsin. İnsanın annesinin babasının sağ olması çok güzel, çok önemli bir şey.

Onun için Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde; “Annesinin babasının sağlığına yetişip de bir adamı annesi babası cennete sokamamışsa onun burnu yerde sürtsün, o adama yazıklar olsun!” diyor.¹

Annesine babasına hizmet edecekti, duasını alacaktı; Allah da onların duasıyla onu cennete sokacaktı. “Öyle yapamamış, yazıklar olsun!” mânasına geliyor.

Onun için anneler babalar başımızın tacıdır; kıymetini bilelim, onlara güzel hizmet edelim. Dengeleri güzel kuralım; aile içinde birisinin hatırına, keyfine ötekisini incitmeyelim. Aile huzuruna ait ölçüleri bilelim, davranışlarımızı ona göre yapalım.

Inşaallah kimseyi incitmemişizdir. Inşaallah herkes: “Aaa, ben bunun böyle olduğunu bilmiyordum. Madem böyleymiş, o halde Resulullah Efendimiz’in tavsiyesine uyayım!” diye düşünür. Herkes kendi haddini, hakkini, vazifesini ödevini de bilir; ona göre hareket eder, sevaplar kazanır. Hem dünyada huzurlu olurlar hem âhirette cennete girerier, iki cihan saadetine nail olurlar

Hadis i şerifi Hz. Âişe anamız rivayet etmiş, ilginç bir hadis-i şerif

Demek ki İslam’da kendine özgü çok özel bir hayat nizamı varmış.

Güzel mi değil mi?

Çok güzel, şahane güzel!

Biz dünyamın en zarif, en edepli, insan haklarını en koruyan medeniyetini kurmuş, asırlarca onu yaşamış, yaşatmışız. Şimdi yıkıldı! Şimdi kimse Osmanlı’yı bilmiyor, Osmanlı yazısını bilmiyor, tarihi anlamıyor, yapılan olayların neden yapıldığını anlamıyor. Sadece kulaktan dolma bilgiler var.

Osmanlı çok muhteşem!

Yine aynı medeniyeti, aynı insaniyeti, zarafeti, kibarlığı. insan haklarım, saygıyı sevgiyi, muhabbetli yuvayı biz devam ettireceğiz.

Benim rahmetli annem anlatırdı: Su, eskiden toprak testilere konurdu. Naylon yoktu, cam yoktu, olsa bile pahalıydı. Topraktan testi yaparlar, fırına koyarlar, pişirirler; su kabı olur,

Kadın su testisini güneşe koyarmış, oradan su içermiş.

Hatuna; “Ey hatun, testiyi gölgeye koysana!” demişler.

Hatta gölgeye koymazlar, rüzgârlı bir yere koyarlar; o esintiden içi serinler. Hele biraz da dışına sızdıran bir testi ise biz onlara “çiğ testi” deriz. Fırında az pişmiş olunca gözeneklerinden dışarıya su sızar, dişi ıslanır. Onu da rüzgâra koydun mu o suyun buharlaşmasından buz gibi soğurdu. Eskiden buzdolabı olmadığı zamanlarda soğuk su böyle sağlanırdı.

Testiyi güneşe koyarmış, serine koymazmış.

“Benim kocam şu anda harman yerinde güneşin altında harman yapıyor. Buğday biçiyor, döven dövüyor. Güneşin altında testinin ısınmış suyunu içiyor. Benim burada soğuk su içmem yakışık almaz!” dermiş.

Kadının kocasına gıyabında sevgisine saygısına bak! Osmanlı terbiyesi, İslam terbiyesi! İslam’da erkeğin de hanımına davranışları güzel. Osmanlı uygulamış.

Allahu Teâlâ bize İslâm’ın güzelliklerini görüp bilip öğrenip uygulamayı, hem dünyada hem âhirette aziz, bahtiyar ve mutlu olmayı nasip eylesin.